26. Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Atatürk’ün Suriye politikasına ilişkin Cumhuriyet gazetesinde bir yazı kaleme aldı.
İlker Başbuğ, “Atatürk yaşasaydı Suriye'de bugün nasıl bir karar verirdi?” sorusuna yanıt aradı.
İşte o yazı…
21 Aralık 1937'de Atatürk'ün, Suriye Başvekili Cemil Merdam ile görüşürken söylediği şu sözler, Suriye ve Irak ile olan düşüncelerini açık şekilde ortaya koymaktadır:
"Ben Suriye'yi bilirim. Gençliğimde Şam'da bulundum. Sürgün olarak. Suriye'nin birçok şehrinde de yaşadım. Daha sonra komutan olarak bulundum. Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu'ndadır. Balkan Harbi sonunda Gelibolu'daydım. Ben Talat Paşa'ya teklif ettim: Suriye'ye, Irak'a bağımsızlık veriniz, dedim. Talat Paşa, bunu başkasına söyleme, seni asarlar, dedi. Fakat yapılacak şey buydu. Eğer yapılsaydı bugün Türkiye, Suriye ve Irakki zaten kardeştirlerdaha samimi kardeş olacaklardı."
ATATÜRK'ÜN TALAT PAŞA'YA MEKTUBU
Atatürk, 29 Şubat 1920'de Talat Paşa'ya gönderdiği mektupta yine Suriye ve Irak'ın bağımsızlığına değinmektedir:
"Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra 'konfederasyon' halinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir."
Görüleceği gibi, Atatürk 1912 ve 1920 yıllarında Suriye ve Irak'ın bağımsız bir devlet olmasını düşünüyordu.
Suriye ve Irak'ın bağımsızlığı kazanması durumunda Türkiye'nin Suriye ve Irak'la olacak sınırları nasıl tespit edilecekti?
Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak 3 Kasım 1918'de yayımladığı emirde Halep'le ilgili şu tespiti yapmıştı:
"Halep halkının dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğu her vesileyle hatırda tutulmalı ve her davada bu esas alınmalıdır."
1920'li yıllarda Musul vilayetinin (Süleymaniye, Kerkük kazaları ve Musul merkezi) nüfusuna bakıldığında Türk ve Kürtlerin toplam nüfusu 410 bin 790 iken Arap nüfusu 43 bin 210 civarındaydı. Bu tespitler; Halep ve Musul vilayetinin, o günkü demografik yapıları çerçevesinde, Türkiye sınırları içerisinde bırakılmasını gösteriyordu.
Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918'de imzalandı. O gün Osmanlı ordularının fiilen hâkim olduğu hat şöyleydi:
Lazkiye kuzeyi Halep Cerablus Köprüsü güneyi Deyrizor Musul Kerkük Süleymaniye.
28 Aralık 1919'da Ankara'da eşraf ve ileri gelenlerle yaptığı konuşmada bu hattı ifade eden Atatürk, bu konuya şöyle açıklık getirmiştir:
"Bu sınır ordumuz tarafından silahla korunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt unsurlarıyla meskûn vatan kısımlarımızı sınırlar. Bu sınır dahilinde kalan memleket kısımlarımız Osmanlı camiasından ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmiştir.
MECLİSİ MEBUSAN'IN KABUL ETTİĞİ MİSAKI MİLLİ
"Bunun güney kısımlarında Arapça konuşan dindaşlarımız vardır."
Atatürk'ün bu düşüncesi; 17 Şubat 1920'de Meclisi Mebusan'ın kabul ettiği Misakı Milli'de de aynen yer almıştır:
"Osmanlı Devleti'nin yalnızca Arap çoğunluğuyla meskûn olup, 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin yapıldığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmelidir.
Dinen, örfen, emelen birleşmiş ve yekdiğerine karşı karşılıklı hürmet ve fedakârlık hissiyatıyla dolu Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskûn bulunan kısımlarının tamamı, hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür."
Atatürk, Türk ve Kürtleri ayrılmaz bir bütün olarak görüyordu.
Netice olarak Atatürk, TürkiyeSuriye ve TürkiyeIrak hudutlarının; Lazkiye kuzeyi Halep Cerablus köprüsü güneyi Deyrizor Musul Kerkük ve Süleymaniye'den geçirilmesini düşünüyordu.
16 Ocak 1923'te Atatürk İzmit'te gazetecilerle yaptığı görüşmede de bu konuya şöyle değinmişti:
"İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırlarımız dahilindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak üzere sınırı güneyden geçirmek lazımdır."
Mondros Mütarekesi'nin uygulanmasında İstanbul Hükümeti'nin aciz ve çaresiz kalması neticesinde, İngilizler Musul'u, Halep'i ve İskenderun'u işgal ettiler.
TÜRKİYE'NİN MUSUL'U KAYBETMESİ
7 Mart 1925'te Diyarbakır'da Şeyh Sait İsyanı başladı. 31 Mayıs 1925'te isyan bastırıldı. İsyanın arkasında İngiltere vardı. Ama bu isyan Türkiye'nin Musul'u kaybetmesine neden oldu.
Irak 1932 yılında, Suriye ise 1946 yılında bağımsızlıklarını kazandı.
Bugün Atatürk yaşasaydı, Irak ve Suriye sorunlarına nasıl bakardı?
Mustafa Kemal Atatürk, TBMM'de yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti:
"Esaslı devrim ve gelişim içinde bulunan bir memleketin hem kendisinde hem de komşularında barışı ve huzuru cidden kabul etmesinden, istemesinden başka bir şey düşünülemez."
1912'lerden beri Suriye ve Irak'ın bağımsız olmasını savunan Atatürk, her şeyden önce Suriye ve Irak'ta barışın ve huzurun sağlanmasına öncelik verirdi.
Bu ise, Suriye ve Irak'ın toprak ve siyasi bütünlüğünün korunması ile sağlanabilir. Siyasi bütünlük için gerekli olan ise "üniter devlet" yapısıdır.
Saddam Hüseyin, 11 Mart 1970'te Iraklı Kürtlere özerklik vererek, Irak'ın üniter devlet yapısında ilk deliği açmıştır. 5 Nisan 1991'de de Birleşmiş Milletler'in aldığı kararla Irak'ın kuzeyinde Çekiç Güç'ün kullanılmasına başlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti de 1991'den 2003'e kadar geçen sürede, Çekiç Güç'e ve Kuzeyden Keşif Harekâtı'na destek vererek, bir ölçüde Atatürk'ün çizgisinden uzaklaşmıştır.
ŞAM HÜKÜMETİNİ TERCİH EDERDİ
Sonuç, 2005'te Irak anayasası ile Irak'ın federal bir devlet yapısına dönüşmesi ve 2017 yılında da Irak'ın kuzeyinde "bağımsız Kürt devleti"nin kurulmasına yönelik bir referanduma gidilmesi olmuştur.
Atatürk'ün Bağdat yerine Barzani ile olan siyasi ve ekonomik ilişkilere öncelik vereceği düşünülemez. Elbette, öncelik merkezi hükümette olacaktı. Suriye'de iç çatışmalar 18 Mart 2011'de başladı. Suriye'nin kuzeyinde özerklik faaliyetleri ise 2014 yılının başlarında ortaya çıktı.
Atatürk bu olaylar karşısında, Şam hükümetinin yanında yer almayı tercih ederdi.
TÜRKİYE İÇİN 'BEKA SORUNU'
Bugün, karşılıklı yapılan hatalar neticesinde, Suriye'nin kuzeyinde oluşan siyasi yapılanma Türkiye için bir "beka sorunu" haline dönüşmüştür.
Amaç Suriye'nin toprak ve siyasi bütünlüğünü koruyarak, bağımsız, huzurlu ve barış içinde bir ülke haline dönüşmesi ve Suriye'den Türkiye'nin güvenliğine ve bekasına yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması ise bunun en doğru çözüm yolu, Ankara'nın Şam ile beraber çalışmasından geçmektedir.
Atatürk bugün yaşasaydı, Suriye sorununda takip edeceği politikanın ana eksenini, bu siyaset oluştururdu.
1. Suriye ve Irak, Kaynak Yayınları, 2018, s. 141
2. A.g.e. s.70
3. A.g.e. s.46
4. Zekeriya Türkmen, Musul Meselesi, Atatürk Araştırma Merkezi, 2003, s.5
5. Suriye ve Irak, Kaynak Yayınlan, 2018, s.58 6. A.g.e. s. 108