Arkadaşlarla birgün parkta çay içip sohbet ediyorduk. Arkadaşlardan birisi “Aşk nasıl bir duygudur?” dedi. Aklıma Napolyon’un hikayesi geldi “Madem merak ediyorsun anlatayım dedim.
Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkanına girmiş, bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyon’u uygun bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da;
“Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı.” diye savuşturmuş.
Nihayet biraz sonra Napolyon’un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon’a sormuş;
“Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu ? ”
Napolyon birden öfkelenmiş;
“Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?’ diye bağırmış.
Hemen askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş. Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık ‘ateş’ emri verilecek… Adam içinden (Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin ) diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış. Karşısında Napolyon varmış. Tek cümleyle cevaplamış Napolyon :
“İşte böyle bir duygu! ”
Aşkta işle böyle bir duygu anlatılmaz yaşanır.
Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir. Ama en kalıcı olanıdır ve getirisi en yüksek olandır. Tecrübedir getirisi… ve tecrübeyi yaşamaktan başka edinme yolu yoktur…