Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, gazeteci Can Dündar hakkında verilen 'mahkemeye gitmemesi durumunda kaçak sayılarak tüm mallarına el konulması' kararını değerlendirdi. 

'Belgesel' başlığıyla yayımlanan yazısında Özdil, Can Dündar'ı vatandaşlıktan atmak için hukuken kaçak ilan edildiğini ve malına mülküne el konulduğuna belirterek, "Jet Fadıl'a, Mehmet Ali Ağca'ya, Ogün Samast'a, Barzani'ye, Şivan Perver'e, Ensar Vakfı'na "Türkiye seninle gurur duyuyor" diyorlar. Can Dündar'a vatan haini diyorlar" dedi. 

"Hocaefendiyi çok seviyorum, çok sayıyorum. Dünyada dostluğundan şeref duyduğum tek insandır" diyen Hüseyin Gülerce'nin Can Dündar davasında 'tanık' yapıldığına işaret eden Yılmaz Özdil, "Can Dündar'ı herkes sürgünde sanıyor. Halbuki bana sorarsanız, yakın tarih belgesellerinin en başarılı gazetecisi olarak, bu defe bizzat kendi hayatıyla yaşayarak, tarihe not düşüyor. Sadece fonda trajik bir müzik eksik... Can Dündar sayesinde aslında, Akp Türkiyesi'nin 'belgesel'i çekiliyor!" ifadesini kullandı.

Yılmaz Özdil'in Sözcü Gazetesi'ndeki yazısı şöyle:

■ “Cemaatin ileri gelenleri, mensupları bugüne kadar ne getirdiler de bunu geri gönderdim, yapabileceğim ne varsa yaptım, rabbim şahittir, ne istediniz de alamadınız” diyen kişi, cumhurbaşkanı oldu.

■ 23 Nisan'a alternatif olarak feto'nun Türkçe olimpiyatlarını başlatan, hatta ilk olimpiyatı kendi himayesinde yaptırarak, “o güzel insana teşekkür borcum var” diyeni, Tbmm başkanı yaptılar.

■ “Türkçe sevgi dilidir, barış dilidir, Yunus'un dilidir, Mevlana'nın dilidir, aç herkese sineni aç, onun gibi ilaç diyen fethullah gülen hocaefendinin dilidir” diyen kişiyi, hem başbakan, hem Tbmm başkanı yaptılar.

■ Cemaatin hedefleriyle Türkiye'nin hedeflerinin “tamamen örtüştüğünü” söyleyen kişiyi, hem dışişleri bakanı, hem başbakan yaptılar.

■ “Muhterem fethullah gülen hocaefendiye gönül dolusu saygılar gönderiyorum, kendisine çete diye hitap edilmesi büyük haksızlıktır, vicdansızlıktır” diyen kişiyi, adalet bakanı yaptılar.

■ Cemaate yönelik suçlamalar hakkında “aynen 28 Şubat gibi, aynen 12 Eylül öncesi gibi senaryodur, derin devlet harekete geçti, cemaati döverek, cemaate saldırarak Türkiye'nin değişim yönünü etkilemeye çalışıyorlar” diyen kişiyi, içişleri bakanı yaptılar.

■ Cemaat hakkında “faaliyetlerinin daha fazla arttırılması, daha yaygın hale getirilmesi, vatanseverlik görevidir” diyen kişiyi, hem bakan, hem genel başkan yardımcısı yaptılar.

■ “Cemaat devleti ele geçirmiş, devlete sızmış filan, bunlar kargaları bile güldürür” diyen kişiyi, milli eğitim bakanı yaptılar.

■ “Kendisine yönelik suçlamaları şiddetle kınıyorum, daha ağır kelime kullanmamak için kendimi zor tutuyorum, hayatı insanlığa hizmetle geçmiş bir büyük zat için suçlamalarda bulunmak, son derece çirkindir, kara lekedir, fethullah gülen hocaefendi hayatının her döneminde tertemiz kalmış bir kişidir, kendisine şükran borçluyuz” diyen kişiyi, sağlık bakanı yaptılar.

■ “fethullah gülen hocaefendi son 1000 yılın en büyük Türk büyüklerinden birisidir, evrensel Türk rönesansını başlatan Türk mucizesidir, Shakespeare gibi evrenseldir, ona düşmanlık edenlerin utanması gerekir” diyen kişiyi, milletvekili yaptılar.

■ fethullah'a feto diyenleri azarlayarak, “terbiyeni takın, fethullah gülen'e feto diyemezsin, özür dile” diyeni, büyükşehir belediye başkanı yaptılar.

■ “fethullah gülen vatan hasretiyle yaşıyor, ona karşı yapılanlar cezasız kalmayacak” diyeni, “fethullah gülen hareketine yönelik düşmanca tavırları hiçbir vicdan sahibi onaylamaz” diyeni, “benim ümidim fethullah gülen okulları” diyeni, “demokrasi kıvılcımı” diyeni, “vizyoner lider” diyeni, “Türkiye'nin övüncü” diyeni, “hocaefendi barışçı, nazik, çok naif bir insan” diyeni, “ceviz kadar beyni olanlar hocaefendinin büyüklüğünü anlayamaz” diyeni, yandaş gazetelerde köşe yazarı, yandaş televizyonlarda yorumcu yaptılar.



Türkiye'nin en saygın gazetecilerinden biri olan Can Dündar'a sırf gazetecilik yaptığı için “vaaayyyy fetoya destek verdi” dediler.

Dün itibariyle de, vatandaşlıktan atmak üzere hukuken kaçak ilan ettiler, malına mülküne el koydular.



Jet Fadıl'a, Mehmet Ali Ağca'ya, Ogün Samast'a, Barzani'ye, Şivan Perver'e, ensar vakfı'na “Türkiye seninle gurur duyuyor” diyorlar.



Can Dündar'a vatan haini diyorlar.



■ “hocaefendiyi çok seviyorum, çok sayıyorum, dünyada dostluğundan şeref duyduğum tek insandır” diyen… ■ “hocaefendimiz gibi samimi, ihlaslı, sahabe efendilerimizi hatırlatan başka birini tanımadım, etle tırnağım, kendisine yapılan hakaretler vicdanıma bıçak gibi saplanıyor” diyen… ■ “hocaefendi ufku geniş kanaat önderidir, Anadolu müslümanlığının çağdaş temsilcisidir” diyen… ■ “İslam'ın Gülen Yüzü” adıyla kitap yazan… ■ “herkese tavsiye ediyorum, ne olur sayın hocaefendinin kitaplarını okuyun” diyen… ■ “beni hizmet'in namlusuna sürün, bir atımlık mermiyim, nereye atıyorsanız atın” diyen, yani, sadece tetikçi değil “mermi gazeteci” olduğunu söyleyen kişiyi, Can Dündar'ın davasında “tanık” yaptılar.



Can Dündar fetoculuktan sanık!



Buna mukabil… Can Dündar sosyal medya üzerinden sesini duyurmaya çalışıyor. Başına bu işler gelmeden önce televizyon programlarına konuk olabilmek için takla atanlara, köşesinde tek satır yeralabilmek için en yakın dostuymuş gibi davrananlara, ödül vermek için kuyruğa girenlere bakıyoruz, feci bir ikiyüzlülükle adeta yokmuş gibi davranıyorlar, cümle içinde bile kullanmıyorlar, davasından bağımsız tweetlerini bile paylaşmaya ödleri kopuyor.



Demem o ki.



Can Dündar'ı herkes sürgünde sanıyor.

Halbuki bana sorarsanız, yakın tarih belgesellerinin en başarılı gazetecisi olarak, bu defa bizzat kendi hayatıyla yaşayarak tarihe not düşüyor.

Sadece fonda trajik bir müzik eksik…

Can Dündar sayesinde aslında, Akp Türkiyesi'nin “belgesel”i çekiliyor!
Murat Ağırel: Dünden daha dirençli daha kararlı olacağız

Gazeteci – Yazar Murat Ağırel, Manisa'daki MİT Şehidi cenazesinin haberi hakkında açılan soruşturma kapsamında geçtiğimiz Mart ayı başında savcılığın telefonla yaptığı çağrı üzerine Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'ne gitti. İfadesini verdi. Savcı tutuklanması talebiyle 8. Sulh Ceza Mahkemesi'ne sevk etti. Mahkeme adli kontrol şartıyla serbest bıraktı. Savcı itiraz etti, mahkeme kararından vazgeçmedi. Bunun üzerine savcı üst makam olan 9. Sulh Ceza Mahkemesi'ne itirazda bulundu. Burada talep kabul edildi, o gün nöbetçi olan 5. Sulh Ceza Mahkemesi de tutuklama kararı verdi. Ağırel, kitap imza etkinliği için Ankara'ya dönmüştü. Tutuklama kararını haber alınca tekrar İstanbul'a gitti ve Silivri Cezaevi'ne konuldu.

Böylece, tam 6 ay süren çile dönemi başladı. 9 Mart 2020 günü tutuklanan Ağırel, 9 Eylül 2020'de tahliye edilerek özgürlüğüne kavuştu. Çıkar çıkmaz işbaşı yapan Ağırel, bu süreçte yaşadıklarını ve düşüncelerini SÖZCÜ Hafta Sonu için Gökmen Ulu'ya anlattı.
Aslında niçin tutuklandın?

Bu soruyu kendime çok sordum. Sorguladım kendimi. “Acaba” dedim, farkında olmadan bir hata mı yaptım? Sonuçta emin oldum, hiçbir suçum yok. Anladım ki, bu bir hukuki dava değil, siyasi bir dava.

Savcının tutumunu nasıl değerlendiriyorsun?

İddianamede ne varsa çürüttüm ve savcı bunu kabul etti. Buna karşın, verdiği mütalaada iddiasını tekrarladı. Demek ki iyi niyet yok.

Savcılığın görevleri arasında, aleyhte delil toplamanın yanı sıra lehte kanıtları da mahkemeye sunmak vardır. Böyle bir uygulama oldu mu?

Müddei, iddiasını ispatla mükellef olmasına rağmen, suçsuzluğumu kanıtlama görevi bana düştü. Hakkımdaki lehte delilleri de gösterdim ama savcı dikkate almadı.
EVLAT HASRETİ
Gazeteci Ağırel, özgürlüğünün ilk gecesinde evlatları Ada Dila ve Sadıkhan'a saatlerce sarıldı, öptü, kokladı.

MİT şehidini ifşa etme iddiasının yanı sıra casuslukla da suçlandın. Bunun aslı nedir?

Ben Sputnik Haber Ajansı Muhabiri'ne (Ahu Özyurt'a) röportaj verdim ve bu Youtube sayfasında yayınlandı. Röportaj yapmak nasıl casusluk olur?

★★★

Tüm bunlara rağmen tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne konuldun. Seni hangi koşullarda hapsettiler?

Bu davada yargılanan diğer arkadaşlarım gibi beni de tek kişilik odaya koydular. Birbirimizle konuşmayalım diye aralardaki odaları boş bıraktılar.

Altı ay boyunca aynı koşullarda tutulduğumdan iyi biliyorum. Seni de o beton kutunun içine koymuşlar.

4 adıma 6 adım ebatında bir odada tutuldum. Gündüz, havalandırma için çıkarıldığım avlu da çok küçüktü ve başka bir kimse yoktu.

İnsan o koşullarda yeşile, toprağa ve güneşe nasıl da hasret kalıyor, değil mi?

Hem de çok… Beni en çok üzenlerden biri şuydu: 10 metre yüksekliğindeki avlu duvarlarının üstü tamamen jiletli, dikenli tellerle kapatılmış.

Öyle… Bir avuç gökyüzü bile çok görülmüş.

Gökyüzünü görmemizden ne isterler ki?

Tecrit altında kaldın.

Evet, yapayalnızdım.

Aslında bu, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası koşulları.

Kesinlikle. Hatta daha ölümcül bir uygulama.

Sağlığın nasıl?

Orada sağlığını koruyabilmek de çok zor. Mesela gözlerim bozuldu.

Uzun süre dört duvar arasında kalmak gözlerde ufuk daralmasına yol açıyor.

Bu arada çok zayıfladığını gördüm. Cezaevinde kaldığın altı ay içinde kaç kilo kaybettin?

17 kilo verdim. Bunun temel sebebi protein eksikliği. Ne yazık ki cezaevinde verilen et değil, başka bir şey. Onları yeseydim başka hastalıklara kapılabilirdim. O nedenle konserve ürünleri, peynir, yoğurt ve bisküviyle beslendim.

Avukat görüşlerin kısıtlanmamış. Bunun önemi nedir?

Kapı mazgalı açıldığında gardiyan “avukat” diye bağırıyor ya, o an çok iyi geliyor. Çünkü o beton mezardan kısa sürede olsa da çıkabiliyordum. Nefes oluyor…

Peki aile görüşü haklarını kullanabildin mi?

Pandemi gerekçesiyle ne yazık ki kısıtlama yapıldı. Altı ayda üç kez görebildim eşimi. Oysa pandemiye karşı koruyucu tedbirler almalı ve bu haklarımızı elimizden almamalıydılar. Ama birçok haktan mahrum bırakılırken, hasta sevklerinde önlem alınmadığını gördüm. Bir gün 10 dakikalık bir diş tedavisi için cezaevi polikliniğine sevk edildim, çok sayıda hasta tutuklu ve hükümlüyle 5 saat boyunca nezarethanede tutuldum.

Ağırel, mahpusluğu sırasında tükettiği kalemleri hatıra olarak biriktirmiş.

GAZETECİNİN İLK SİPARİŞİ KAĞIT-KALEM
Senin kantinden verdiğin ilk sipariş neydi Gökmen ağabey?

Ben kağıt, kalem, gazete ve kitap istedim.

Bütün gazetecilerin cezaevine girdiğinde ilk istediği bu olmuş, biliyor musun?

Bilmiyordum ama şaşırmadım.

Ben de öyle yaptım. 198 tane kitap okudum. Altı defter dolusu yazdım. Orada tükettiğim kalemleri hatıra olarak yanım aldım.

★★★

Tahliye olduğunda neler yaşadın?

Sevindim elbette. Fakat duruşmayı izleyenler için bir karmaşa oldu. Tahliye edildim ama beraat ettirilmedim. Ceza verdiler. Ben bu cezanın üst mahkemeden döneceğine ve önünde – sonunda yüzde 100 beraat ile sonuçlanacağına inanıyorum.

Tahliye kararından sonra adliyeden cezaevine nasıl götürüldün?

Mezar diye tabir ettiğim cezaevi nakil aracında, ellerime çift kelepçe vurularak götürüldüm.

En heyecanlı anlardan biri de tutulduğun odadaki eşyaları toplamak, değil mi?

Evet öyle. Eşyalarımı topladıktan sonra kendime bir kahve yaptım, oturdum, birkaç dakika boyunca duvarlara baktım. Nice çilelere tanık olan, düşünce feryatlarıyla boyası dökülen duvarlara…
Ada Dila ve Sadıkhan bayram havası yaşıyor.

Dışarı çıkış anı?

Bana, sosyal tesislerin oraya bırakılacağım, oraya kadar araçla götürüleceğim söylendi. Ben, “Koşa koşa bile çıkarım” dedim. Toprağa basmak çok güzel bir duyguydu. O kavuşma ve karşılama anı muhteşemdi. Türk bayrakları, Atatürk posterleri taşıyan, Onuncu Yıl Marşı çalan yurtseverlerin varlığı beni ayrıca duygulandırdı ve gururlandırdı.

KIZIM DİLA SORDU BEN YUTKUNDUM
Özgürlükteki ilk günün nasıl geçti?

İlk gece uyuyamadım. Saatlerce çocuklarıma sarıldım. Sabah çalışma masama geçtim, yazıya daldım. Kızım Ada Dila geldi. Dila 8 yaşında. “Baba, gazetede yazınca tekrar tutuklanmazsın değil mi” dedi. Yutkundum.

Oğlun?

Sadıkhan 15 yaşında, olgun bir çocuk.

Ataol Behramoğlu, “Yaşadıklarımdan Öğrendim Bir Şey Var” şiirinde, “Acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı” diyor. Babaları haksız yere zulme uğrayan ve asıl cezaya çarptırılan çocuklar erken olgunlaşıyor.

Çok güzel ifade ettin ağabey. Sadıkhan, “Baba, sen Toroslar'ın evladısın, Kuvayı Milliyeci'sin, pes etmezsin” dedi.

Çarşıya çıktığın ilk günkü izlenimlerini paylaşır mısın? Çıktığında nasıl bir Türkiye ile karşılaştın?

Çok zenginleşmişiz. Ürün etiketlerindeki yüksek fiyatları görünce, vatandaşlarımızın alım gücünün yükseldiğini düşündüm. (Gülüyor.) Mesela ben Antep Fıstığı'nı çok severim. Bir de ne göreyim? Fıstığın kilosu 44 lirayken 144 liraya yükseldiğini görünce şoke oldum.

İNADINA KARANLIĞIN ÜZERİNE GİDECEĞİZ
Bundan sonrası için planların neler?

Gazetecilik yapmaya, halkın yanında durmaya, kamu kaynaklarını yağmalayanları belgelerle yazmaya, toplumu din ile kandırıp servetine servet katanları yazmaya, insan haklarını ve Kemalist bir Türk genci olarak Cumhuriyet Devrimleri'ni savunmaya devam edeceğim.

Aydınlık yarınlara dair umudunu koruyor musun?

Kesinlikle koruyorum. Ben Mustafa Kemal'in takipçisiyim. Türkiye Cumhuriyeti çok güçlü bir devlet, ulus çok güçlü bir ulus. Dünden daha dirençli, daha inançlı, daha kararlı olacağız. İnadına inadına karanlığın üstüne gideceğiz.

Bunlar da İlginizi Çekebilir