YENİ ÖĞRENDİM
Televizyonların ünlü bir yandaş sunucusu var.
Adını vermeme gerek yok.
Zaten verirsem tıpkı başkalarına yaptığı oyunu bana da uygulamaya kalkar.
Bu nedenle gerek yok ismine.
İktidarın en haşin yandaşlarından biri olduğunu bilin yeter.
Çünkü bu kişinin adından önce, yaptığı şeytanlık çok önemli.
Gerçekten hani “şeytanın aklına gelmez” diye bir deyimimiz vardır ya, işte bu sunucu için sanki bu biçilmiş bir kaftan.
Bu sunucumuz Türk Ceza Kanunu'nun 125/2 kapsamında suç duyuları yapıyor.
Madde, “Sesli Yazılı veya Görüntülü Bir İleti ile Hakaret” ile ilgili.
Yandaş sunucumuz anladığım kadarıyla özellikle sosyal medya üzerinden hayli ağır eleştiri alıyor.
Bunların bazılarının gerçekten hakaret içerdiğini de tahmin ediyorum.
Sunucumuz da kendine yönelik bu hakaretlere karşı “boş durmamak” için suç duyurularında bulunmuş.
Ünlü yandaş televizyoncu, suç duyurularında hakaretlere karşı “tazminat davası” açacağını da bildirmiş.
Buraya kadar sorun yok ve hukuken sıradan bir durum.
Şimdi gelelim “şeytanın bile aklına gelmeyecek” olan şeye.
Yandaş sunucumuz tam 18 bin kişi için yapmış bu suç duyurusunu.
İşte TCK'nın 125/2 maddesi bu aşamada önem kazanıyor.
Çünkü cumhuriyet savcıları bu şikayetler üzerine düzenledikleri evrakı “uzlaşma” kapsamında” olduğu için ‘Uzlaştırma Büroları'na gönderiyor.
Yandaş sunucunun avukat ekibi zaten bunu bekliyor.
Hemen tekliflerini hazırlıyorlar.
Suçlanan her kişiye “3 bin lira nakit ödemesi ve bir de özür dilekçesi yazması halinde davadan vazgeçileceği” bildiriliyor.
Uyanıklığı görüyor musunuz?
18 bin “sıradan insan” bu tür bir “uzlaşma çağrısı” alıyor.
Karşısında çok tanınmış bir TV sunucusu ve avukat ordusu var. En azından öyle düşünüyor veya yakınları “Sen bununla uğraşamazsın” diyor.
Kendisi ise muhtemelen maddi gücü bile olmayan, bir avukat tutmayı bile beceremeyecek sıradan biri.
Ne yapar bu durumdaki biri.
Hemen Uzlaştırma Kurulu'na koşar, “Aman” der.
Muhtemelen avukatlar panik halinde gelen bu sıradan insanlardan “ne koparırlarsa” alırlar artık.
18 bin kişi.
Hepsi tuzağa düşüp 3'er bin lira ödeseler 54 milyon lira eder.
Yarısı 27 milyon.
Dörtte biri bile olsa 13.5 milyon eder.
Paranın yarısı avukatlarla kırışılsa bile bu sunucu ömrü hayatında bulamayacağı paraya kavuşuverir.
Her şey hukuki, her şey yasalara uygun.
Ahlaki ve vicdani değil.
Yandaş bir TV sunucusu 18 bin kişinin aciz olma durumundan yararlanarak, kendine çok ciddi bir kazanç sağlama yolunu böyle bulmuş.
Meclis açıldığında Yeni Yargı Reformu'nu görüşecek.
Hukukun böyle kullanılmasını önleyecek çareler de düşünülmeli değil mi?
ÖNERİ
İktidar bir depremle ortaya çıkan hazırlıksızlığını ve beceriksizliğini gözlerden kaçırmak için sanki kolları sıvamış da her şeye hakim olmuş gibi davranıyor.
Dün de yazdığım gibi yıkıcı olmayan ama çok korkutan depremi “Allah'ın bir lütfu gibi” kabul ederek üste çıkmaya çalışıyor.
İki gündür sarayın iki numarasının başkanlığında bazı bakanların da aralarında olduğu devlet memurları İstanbul'a üşüştü.
Güya İstanbul'da meydana gelecek olası bir deprem üzerine konuşuyorlar.
Boş tabii, bir şey yapmamışlar ki bugüne kadar bundan sonra yapabilsinler.
Ama ne yapıyorlar, Ekrem İmamoğlu üzerinden prim yapacaklarını düşünüyorlar.
İmamoğlu, devlet memurları toplantısına çağrılmadığı için katılmamıştı biliyorsunuz.
Bunu bahane ederek “Çağrılmıştı. İmamoğlu doğru söylemiyor” diye tezvirat yaptılar.
İmamoğlu da dün açıklama yaparak ilk toplantıya davet edildiğini ve katıldığını söyledi.
İmamoğlu, ikinci AFAD toplantısına ise çağrılmadığını söyledi. İBB Başkanı, “Beni hiç kimse çağırmadı, çağırsalar giderdim” ifadelerini kullandı.
İmamoğlu daha sonra neden sessiz kaldığını şöyle anlattı; “Beni davet ettiler, etmediler. Bu polemiğin içerisine girmek istemem. Ama benim bu sözümü, sanki çağırıldı da gitmedi gibi yönetmeye çalıştıkları için cevap vermek zorunda kaldım. Suskunluğum, devlet terbiyemin nedenidir. Konu insanların canı söz konusudur, suskunluğum bu yüzdendir.”
İmamoğlu'na önerim şu; Bu kadar ince görürseniz anlamazlar. Devlet terbiyesini bilmeyenlere nezaket içinde bir şey anlatmanız mümkün olmaz. Bunların kafasına vurarak anlatacaksınız bazı şeyleri.
NOT: Buna rağmen İmamoğlu'nu bu konularda eleştiriyorum. Sanki bu tür sıkıntılı durumları yönetmekte zorlanıyor. Bunda ekibinin de acemilikler yapmasının etkisi var bana göre dün de yazdığım gibi. İmamoğlu bilmeli ki çok kibar davranmak her zaman iyi bir şey değildir. Karşısında hiçbir ahlaki ve vicdani kuralı olmayanlar var.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Avrupa'nın en küçük ülkesi Lüksemburg.
Daha küçükleri var ama onların tam bir devlet statüsü yok.
Lüksemburg da sonuçta bir şehir devleti gibi ama uluslararası alanda ciddiye alınan hükümeti ve kurumları var.
Özelliği ise Avrupa'nın kasası olması.
Küçücük belki ama laf söylediğinde dinleniyor.
Zamanında Türkiye ile ilgili olumsuz açıklamaları olmuştu Lüksemburg'lu yetkililelerin.
İktidarımız da buna karşı “Haddini bil, ufacık ülkesin” falan gibi aşağılayıcı sözler söylediler hep.
Ama şimdi bu Lüksemburg'dan medet umar haldeyiz.
İki gün önce yandaş medyanın internet sitelerinde Lüksemburg Başbakanı'nın sözleri birinci haber olarak duyuruluyordu.
Lüksemburg, Suriye politikamızı, daha doğrusu Suriye'den kaçanları barındırmamızı övüyor ve “Onları buraya göndermeyen Türkiye'ye maddi yardım yapılmalı” diyordu.
Baktım bizimkiler Lüksemburg'un küçüklüğüne falan bakmadan “Ağzından bal damlıyor, yaşa” havasındaydı.
Ne hallere düşüyoruz değil mi?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
İktidar partisine tıpkı Süleyman Soylu gibi çok ağır hakaretler ettikten sonra katılan ve tepe noktalara taşınan Numan Kurtuluş'u yıllardır bilirim, izlerim ve fakat asla anlamam.
Taa Erbakan döneminden beri bir Numan Kurtuluş rüzgarı estirirler.
Yok “Erbakan yerine hazırlıyor”, yok “Erdoğan'ın veliahtı olacak” falan gibi şehir efsaneleri dolaştırılır hep.
Ama bu kişinin ne yaptığını, Türkiye'ye bir çivi çakıp çakmadığını, ne işe yaradığını hiç bilmem.
Zaten galiba yanına çekip AKP yerine muhalefete saldırmasını sağlayan Genel Başkanı da artık son kullanma tarihinin bittiğine inanıyor ki biraz kenara alındı.
Şimdi size bu kişinin söylediklerinden birkaç parça sunmak istiyorum.
Tarih 8 Haziran 2015. Seçimden bir gün sonra.
Kurtulmuş, diyor ki; “Erken seçim görmüyorum, koalisyon hükümeti denenecek. En uzak ihtimal erken seçimdir.”
Oysa kasım ayında “erken/yinelenen seçim” yapıldı.
Numan Kurtulmuş, 29 Ocak 2017'de şunu söyledi; “Anayasa değişikliğine ilişkin yapılacak referandumda çıkacak sonuca göre erken seçim ihtimali artmayacaktır. Erken seçim ihtimali yok”
Bu konuda referandumdan sonra 27 Nisan 2017'de de dile getirdi Kurtulmuş,
Şöyle dedi; “Erken seçimi Türkiye'nin gündeminden süratle çıkarmak lazım. Türkiye'de şu anda güçlü bir şekilde halkın oyunu almış, süresi ve önünde vakti olan bir hükümet var.”
Oysa seçimler baskın bir kararla normal zamanından bir yıl 5 ay önceye çekildi.
Numan Kurtulmuş dün de konuştu ve şunu ileri sürdü; “Erken seçim meselesi hiçbir şekilde Türkiye'nin gündeminde yoktur. 2023'e kadar hükümet, 2024'e kadar yerel yönetimler konusunda hizmet süreci var.”
O halde “Hazır olun seçime” dersem çok şaşırtıcı olmaz değil mi?