Mustafa Altıoklar'ın, Tayyip Erdoğan için "Kişilik bozukluğu var, 46 raporu vemek lazım" sözleri mahkemeye taşınmıştı. Mustafa Altıoklar'ın davadaki savunması ortaya çıktı
İŞTE ALTIOKLAR'IN SAVUNMASI
SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,
Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR… Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM… Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’nın 27.maddesinden bahsedeceğim.
ANAYASAMIZ’ın 27.maddesi; “ Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” Demektedir.
Bendeniz, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim. (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik. Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım. Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde “Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” Demektedir. Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir. Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim, hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım, teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı. Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz, hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik. Davaya söz konusu olan açıklamamda ise aynen meslektaşlarım olan Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.
“ Bizler hekimiz. İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz. Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz. Fevkâlâde endişe duyuyoruz. Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.”
(BELGE 2)
Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 19871991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım. (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27.maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir. Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk'ün sol göğsünde, Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını, ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit'in parkinson olduğunu söylememle veya Şafak Pavey'de extremite yoksunluğu; Meclis Başkanvekili Sadık Yakut'ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan'ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken; bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir. Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını. Bu nedenle açıklamaları hakarettir demektedir.” Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir,.Ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylamıştır. Bununla birlikte içinde bulduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir. Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım. Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine yazılmamış Magna Carta dâhil hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız. Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken, akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz. Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi , narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır. Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de eleştiriye tahammülsüzlüktür.
NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU
Bu noktada Sayın mahkemenin müsadesiyle şikayetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSMIV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)
1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
5. Herşeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.
Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır. Şikayetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikayet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. İşte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikayetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikayetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikayetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim. Bununla birlikte şikayetçinin şikayetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir psikiatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim. Böylelikle şikayetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm. Hal böyle olunca özetle şikayetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi açıkça beyan ederim. Kısaca, Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.
SON SÖZ:
Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım, teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir. Saygılarımla…